ay ken yu ken vat ken yu du

çiek böcek kelebeeek

28 Aralık 2010

sahaftan seyyaha...

3.2 yle çekilmiş kötü bir fotoğraf kabul ediyorum. ama odamın duvarında tanımadığım yerlerin insanların yazıların olmasını seviyorum. üstelik bunlar siyah beyazsa sevgiden öte hisler besliyorum. hepsinin bi hikayesi var bende. bir gün anlatacağım kendime de. söz. (köşelerinin nemden kıvrılması da en sevdiğim.)

19 Aralık 2010

Adımın bir harfini atıyorum
elma günlerimiz sona ermiştir. başka bir varlıkla buluşmak dileğiyle en çok kendimi öpüyorum.
Yüreğimin ortasına kadar elma yiyorsun
Bir yanda esaslı kederler içinde gençliğimiz 
Bir yanda Sirkeci'nin tiren dolu kadınları
Adettir sadece ağızlarını öptürürler
Ayaküstü işlerini görmek yerine


                                     Duvarda bir kilise
                        İstanbul'da bir duvar duvarda bir kilise
                        Sen çırılçıplak elma yiyorsun
                        Denizin ortasına kadar elma yiyorsun


17 Aralık 2010

bu da anlık işte. gelip geçer

ağlamak gözünden yaşlar süzülürken değil de yastığa bastırıp kendini onu ıslattığında güzel olurdu -tabi ergenlikte-. garip bi tatmin duygusu yaşıyor bence insan biri için ağlarken. belki de sevebilme kapasitesini görüp kendi kendine gurur duyuyor bir nevi ego tatmini. ben ağlayan insana dayanamam. öyle kıyamam filan değil bildiğin katlanamam. durmak istemem yanında ağlama diye bağırmak isterim. hele de aciz değilse bu insan elinden geleni yapmadan daha ağlamaya başlamışsa... öldürsün kendini. çok kızarım. gururdu falan demiyorum bak. gururdan ağlamamak ayrı bir saçmalık bana sorarsan. benim bahsettiğim; bir şeylere boyun eğip yine de ağlamak. insan aciziyetinden ve daha çok insanın bu aciziyetini kendini acındırmak için kullanmasından tiksiniyorum. o kadar iğrenç geliyor bu bana.
insan dediğin yalnız yaşayamaz. evet. ama bir arada yaşamak demek başkasına hakim olmak başkasının sınırlarını ihlal etmek onu kontrol etmek demek değil hepimiz böyle söyleriz. bunu yapandan çok yapılanın anlamasını istiyorum. özgürlük anlayışı her gün yeni bir boyuta girerken herkesin biraz da kendi iç özgürlüğü olmalı diyorum. ya da bazı kuralları olmalı. katı ya da değişmez değil ama karakter dediğimiz şeyi ortaya çıkaracak bizi tutarlı kılacak bazı temel taşlar gerekli.
mucize bekler gibiyim bu ara. hiçbir şeyi düşünmüyorum. önüme gelen fırsatları değerlendirmeliyim dedim. sanırım bunu da yanlış anladım. her çıkan fırsata atlayıp heveslenmek sonra da onca yükseklikten birden paaat...
geçen sene bu aylarda yine böyleydim ama o zaman fırsatları itiyordum. ne değişti? yöntem farklı olsa da sonuç aynı. bir de artık yastığı ıslatmak eğlenceli mi değil mi bilmiyorum. çünkü hiç ağlamıyorum.
                           Kuşlar uçuyor üstümde bunlar senin elmanın kuşları
                 Gökyüzü var üstümde bu senin elmandaki gökyüzü
                 Hatırlanacak olursa seninle beraber soyunmuştum 
                 Bir kilisenin üstünde
                 Bir yandan çan çalıyorum büyük yaşamaklara
                 Bir yandan yoldan insanlar geçiyor çoğul olarak


                      

16 Aralık 2010




             Ben de çıplağım ama elma yemiyorum
               Benim öyle elmalara karnım tok
                 Ben böyle elmaları çok gördüm ohooo

              
                                                  


14 Aralık 2010

Yavrum Doçland

bir heyecana kapılıp alamanyaya sefer düzenlemeye kalkıştık. pasaportuydu schengen'iydi derken şimdiden bezmiş bulunmaktayım. (bu arada daha sadece öğrenci belgesi için başvurdum) almancaya pekte meraklı değilim aslında ama "nerde beleş oraya yerleşgiller"den olduğum için ev arkadaşımın ananesinin orda evi olmasından ötürü bir şekilde sokuşturdum kendimi araya. ha çokta iyi oldu çokta güzel oldu orası ayrı. "bir dil bir insan üç dil beş insan" felsefesinin yanında şu yaşlarda(20 civarı) gezmeyeceksin de ne zaman gezeceksin azizim dedim kendime. hem beleş yerde var oralarda şimdi kalacak yer bulacaksın da falan da filan da hani boş mezar olsa misali benimki işte. gel gör ki şu sıkıntılı günlerde bu iş biraz tuzlu geldi. oraya buraya harcamayayım aman dışarıda yemeyeyim(öğrenci evinde içeride ne yiyebileceksem(!) ) derken etrafımdaki insanları fazlasıyla darladığımı fark ettim. fena bir şey tabi. mesela yarın pasaport için fotoğraf çektirmem lazım ona para ver sonra pasaport başvurusunda 95+50 ver haftasonu da ev arkadaşının doğum günü olsun hem hediye hem kutlama derken... sustum. kısaca şöyle ki hayat zor ve tuzu fazla.

13 Aralık 2010

Hatırlanacak olursa tam üç gün önce soyunmuştun
Bir duvarın üstünde
Bir yandan elma yiyorsun kırmızı
Bir yandan sevgililerini sebil ediyorsun sıcak
İstanbul'da bir duvar

                              

11 Aralık 2010

Şimdi sen çırılçıplak elma yiyorsun
Elma da elma ha allahlık
Bir yarısı kırmızı bir yarısı yine kırmızı
Kuşlar uçuyor üstünde
Gökyüzü var üstünde

"elma" dersem elmadır.

Karşınızda gülgiller familyasından; elma.



 12 Aralık ile 21 Aralık tarihleri arasını elma günü ilan ediyorum. Ettim. Afiyetler olsun.




10 Aralık 2010

üç yumurtayı kırdım önce biber gazı sıktım ince ince göz kararı da biraz cop kattım kalktım sana düzen yaptım.

09 Aralık 2010

"polis imdat: 155
imdat polis: ???"  şu son günler daha güzel anlatılamazdı.

Acı süt. halk arasında acı süt diye tabir edilen hastalık üzerinden Peru'daki cunta döneminin insanların üzerinde yarattığı korkuyu ele alan bu film başrol oyuncusu olan Magaly Solier (filmdeki ismi Fausta)'in etkileyici sesiyle olağanüstü bir yapıt olmuş. Fausta'nın annesinin de o müthiş sesiyle söylediği şarkıyı atlamamak lazım. daha önce böyle sade bir anlatımla bu kadar etkilendiğim bir film izlediğimi hatırlamıyorum. gerek Peru'daki gelenekler gerekse insanların aralarındaki ilişkiler gerçekten çok ilgi çekici aynı zamanda da yüzde gülümseme uyandıran detaylar olmuş. ben çok sevdim anlata anlata da bitiremem o yüzden kocaman sevgiyle tavsiye ederim=) (ayrıca Claudia Llosa'nın yönettiği bu film 2009 Altın Ayı ödülü almış. film hakkındaki görüşlerimi zaten etkilemeyecek olsa da bilmekte fayda var dedim=) )

08 Aralık 2010

Mr. Nobody
muhteşem bir film ve süper bir sountrack! Tıklamaya değer!

en nihayetinde wikilen yine biz hep biz

pazartesi günü muhabbet kralında işlenen wikileaks konusunu bugün internetten izledim. önce bir grup burjuvanın oturmuş kendi fikirlerini "istop" oynar gibi savurduğunu düşünsem de kerem kabadayı'nın katılmasıyla olay biraz daha medyanın toplum üzerindeki etkisine döndü ve ilgimi çekti. öncelikle wikileaks'i kestane çeşidi sanan vatandaşımıza kızmamalı mıyız bunu düşündüm. iki taraf vardır biri cahillikle suçlar diğeri eğitilmemişlikle aslında ikisi de aynı gibi durur ama biri kişinin suçudur der diğeri devletin. ben ikisine de hem katılıp hem katılmayanlardanım. bir kere kişiyi ve yaşadığı çevreyi birbirinden ayırıp bireyi tek başına inceleyemeyiz bu yanlış kanılara sebep olur. her geçen gün algılarımızı daha da körleştiren odağımızı dağıtan kapitalist sistemde insan düşünebilmek için yine de savaş vermektedir ve bunu yapamayanlar masum değildir ancak suçlu da değildir. bunun bana göre açıklaması insan hayatından taviz vermemeli ancak fikirlerini de girdiği kaba göre şekil alan şeyler yapmamalıdır. yani bu sistem sana düşünmemeyi dayatıyor diye buna boyun eğme ama elinde olmadan yine de bu sisteme ayak uydurmak zorundasın o yüzden düşünemediğinde tek suçlu sen değilsin ama yine de suçlusun kardeşim. bu böyle. daldan dala atlamış olmam bazı şeyleri hala oturtamadığımı gösteriyor. aslında demek istediğim (başka bir dala geçip söyleyeyim) 7 aralıkta muhabbet kralına katılan-ki aynı programda çok defa gördüğümüz- bilgi üniversitesi öğretim üyesi olan levent erden'in kısa ve açık bi şekilde söylediği şu sözlere katılmamdı. bakınız: "yapılacak çok şey var yapabileceğim çok az zamanım var ve sürekli olarak bana dayatılan şey geridesin geridesin geç kaldın alice'in tavşanı gibi.sürekli olarak geç kalmış durumdayım.ne yaparsam yapayım yapamadıklarımın sayısı daha fazla bu çok ezel bi şey sonuç olarak ben basit etten kemikten yapılmış 24 saati olan bi ...insanım büyük aidiyetleri yapamadıysam eğer minik aidiyetlerle bundan kurtulmam lazım." bu minik aidiyetlerden kasıt medya daha çokta internette kendimizi soktuğumuz grup ve benzeri yerler, sosyal sorumluluk projeleridir. diyeceğim o ki; kesinlikle.

02 Aralık 2010

en sevdiğime vericem yarın bunu. en sevdiğim yıllardan kalan en sevdiğim bakkal amcanın her gün bana bi tane verdiği günleri anlatıcam ona. mutlu olucaz evet.
fedakarlık kadar kısa tıkla bak.