ay ken yu ken vat ken yu du

çiek böcek kelebeeek

02 Ocak 2011

-La nouvelle vague-


A bout de souffle(1960)
fransız yeni dalga akımı olarak adlandırılan la nouvelle vague ile ben yeni tanıştım. yönetmenlerinin çoğunun dönemin çehresini değiştiren toplumsal ve siyasi değişimlere yer vermiş olduğunu okudum. klasik film formunu reddetmeleriyle de her film ayrı bir sanat manifestosu niteliğinde adlandırılmaktadır. François Truffaut, Jean-Luc Godard, Éric Rohmer, Claude Chabrol ve Jacques Rivette bu akımın başlıca temsilcileri ve ben de öncelikle onların filmlerinden başlamak istedim. bu filmin yönetmeni de Jean Luc Godard.




Godard'ın bu filminde Michel karakterini Humbrey Bogart 'tan esinlendiği ve Patricia'nın ise Preminger'in ''Bonjour Tristesse'' kitabındaki Cecile karakterinin bir devamı olduğuna dair bir çok eleştirmen tarafından yazılmış yazı bulunmaktadır. yine bir çok yerde bahsedildiği üzere film aslında çok daha uzun çekilmiş fakat dönemin şartları dolayısıyla kısaltılmak zorunda kalınmıştır ve Godard bunu sahnelerin ortalarından keserek usta bi şekilde başarmış ve günümüz sinemacılarının kullandığı terim ile "jump cut"lar çıkmıştır.




benim ilgimi en çok çeken kamera yokmuş gibi oyuncuların bazen birbirlerinin sözlerini kesebilmeleri oldu. böylece günlük dil daha doğal bir şekilde yansıtılmış. ayrıca yakın çekimlerle izleyenin karakterle özdeşleşmesi sağlanmış ve çeşitli imgelerle karakterlerin ruh halleri ön planda tutulmuş. örneğin Michel'in dudak hareketi, filmde sürekli olarak gördüğümüz gazete ve araba imgeleri...




daha ayrıntılı bir anlatım için bir alıntı yapıyorum:

Fransız Yeni dalgası bu dönemde Francois Truffaut'un 400 Darbesi ile sinemada kendini göstermişti. Yani çekilen filmin yeni bir dille bir şeyler anlatmak istediği aşikardı. Ama onun yaptığından daha belirgin olanını belki de Godard bu filmde ortaya koydu. Truffaut' nun bu filmin senaryosunu Godard'a bir gazete ilanında görüp verdiği, oluşan projenin de 1 ayda 90.000 dolar büteçeye çekildiği bilinmekte. Dünya görüşleri de birbirine yakın olan iki arkadaşın sineması belki bu vesile ile bugünki sinemanında temelini oluşturdu. Bugün iki filmde yeni dalga akımıyla yan yana anılır.
Filmdeki bir başka önemli ikili ise Jean Seberg ve Jean Paul Belmondo'dur. Film, ikisini de aynı anda zirveye taşımışdı. 20'li yaşlardaki iki genç oyuncunun performansları dönemin gazetelerin de tesiriyle efsanevi bir şöhret kazandırdı.
Filmdeki en önemli teknik orjinallik olarak tanımlanabilecek şey, filmin kurgusunun bütünsel değil bölük pörçük oluşudur. O güne dek, özellikle Amerika kaynaklı filmler, belirli bir konuyu birbiri ile doğrudan ilişkili sekanslarda direkt anlatırdı. Bu işin zirve noktası geriye sık dönüşlerini hatırladığımız Orson Welles'in 1941 yapımı Yurttaş Kane isimli filmiydi. Yurttaş Kane seyircinin algısına bir roman, bir öykü gibi hitap eden sağlam bir filmdi. Oysa bu filmde bu tip edebi-teatral bir dilden öte, daha önce denenmemiş ve algıyı -biraz da rahatsızlıkla- zorlayan bambaşka bir yapı vardı. Godart ve Truffaut filmlerinde kamera açıları alışılagelenin aksine fotoğrafik netlikler taşımıyordu. Senaryo ve görsel açıdan teknik orjinallik bir filmin başyapıt olması için önemli etkenlerdir. Bundan 10 sene sonra senaryo açısından benzer fakat görsel açıdan farklı bir film olan Andrey Rublev, Tarkovski tarafından sinemaya armağan edilecekti. Godart'ın sinemasının etkisi midir bilinmez ama Tarkovski'de benzeri açıdan sinemayı etkileyen bir film ortaya koymuştur.
Atilla Dorsay film için şöyle demiştir: "İşte belki de gerçek anlamda modern sinemanın başlangıcı... Doğallıkla, madalyonun öbür yüzü olarak, klasik sinemanın da bir anlamda ölümü... Yarattığı devrimle, neden olduğu tartışmalarla, açtığı kapılar ve yollarla, gerçekten de sinemayı farklı yönlere çeken, sinema tarihinin en etkili olmuş filmlerinden biri olduğu da söylenebilir."



Ödüller

1960 Prix Jean Vigo
1960 Uluslararası Berlin Film Festivali-En İyi Yönetmen
1961 French Syndicate of Cinema Critics (Sinema Eleştirmenleri En İyi Film Ödülü)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder